Agustos ayinin
en sicak gunlerinden biriydi.
Cengiz o gunun, Bumed’te hemen hemen her Pazar sabahi
gerceklestirdigi brunch’lardan cok farkli olacagini onceden nasil tahmin
edemezdi. Dikkatini ceken, ne her zaman ki arkadas toplantilarina katilan
tanidik simalardan biri olmamasi, ne de prensesleri andiran zerafetiydi.
Dikkatimi ceken, Bumed’te ilk kez bulundugunu belirten bir Odtu’lu olarak
kendinden emin tavirlarin ve iki okulu birbiriyle kiyaslarken kullandigin
kelimelerdi. Kelimeler dudagindan dokuldukce kol kola giriyor, yasadigi
ortama duydugu bagliligin buyusunden dogan melodi ile dans ederek okuluna
olan sevgisini sergiliyordu. Icinde bulundugu ortami seven ve onu
gelistirerek daha iyiye goturme cabasinda olanlara Cengiz her zaman saygi ve
hayranlik duymustu.
Pelin, uzerindeki mavi saten bluzu ve onunla ayni tondaki keten
pantolonun altindaki beyaz ayakkabilarla oylesine guzel gorunuyordu ki...
Kiyafeti, deniz mavisi gozleri ve bukle bukle sari saclariyla ahenk
icersindeydi.
Cengiz’i brunch’in ardindan dunyanin obur ucuna Poyrazkoy’e gitmeye
ikna eden Pelin olmustu. Nereden gelmisti aklina, daha once gelmis miydi,
kimle? Ag tamir eden balikcilarin oturdugu, cay ocaginin kucuk masalarindan
birine oturup iki bardak cay ictiler... “Ne kadar guzel guluyor, kizinca
nasilda kizariyor, elmacik kemiklerinin arasinda kucuk bir dag gibi duran
burnu.” diye dusundu Cengiz.
Saatler birbirini acimasizca kovalarken aksamustune ulastiklarinda
bogazin bir baska kosesinde kendilerini raki kadehlerini tokustururken
buldular. O sakin sularda nereden geldigini bile anlayamadiklari bir dalga
ile sirilsiklam islandiklarinda kahkahalarla gulerken, Pelin’in dislerin
inciler gibi parliyordu. Bogazici – Odtu cekismesinde maglup duruma
dusmemeye calisan Cengiz Isikara’dan aldigi deprem derslerine atifta
bulunarak “bu tip dalgalarin buyuk depremlerin habercisi” oldugu yonunde bir
soz sarfederek comagizlilik yaparken iki gun sonra yasanack bir depremle
Marmara bolgesinin sarsilacagini ve tum yurdun yasa burunecegini nerden
bilebilirdi?
Aksam olup ayrilik canlari caldiginda, Cengiz kendini yapayalniz
hissetti. Kucuk bir icdeniz miydi, yoksa bir okyanus mu? Bilemezdi, bu ilk
karsilasmasiydi serinligin sularinda.
Sozcuklerin sevismesini bilir misiniz? Birbirini takip eden sorular
ve karsindakini tanimak icin duyulan merak ve doyumsuz sohbetlerde
kesfedilen yeni kisiliklerden duyulan hazzin damaklarda biraktigi tadin
lezzetini ancak yasayan bilir. Ýste o nedenle Pelin’in sesini bir kez daha
duymak icin yanip tutusuyordu.
“Ne, olur beni ara!” diye ic cekti Cengiz.
“Sen, neden aramadin diyorsun icinden, degil mi?”
“Aradim, karsima tanidik olmayan bir ses cikti, ne soyleyecegimi, nasil
hitap edecegimi bilemedim; cekindim, utandim ve usulcacik telefonu kapadim.
Tek bir soz bile soylemeden. Belki annenin, belki de ablanin yuzune kapadim
telefonu ve kendimden utandim. Ben hicbir zaman yaptiklarimdan utanmamistim
ve kendimi hicbir zaman cekingen olarak tanimlamamisimdir. Peki neden sana
telefon ettigimde dilim tutulup; kalbim delicesine carparken, ellerim
titriyordu?”
Oysa bir peri Cengiz’in kulagima “bir yabancida mutlulugu
aramasini” fisildamis ve o da bu sozden aldigi cesaret ve kendine guvenle
sarilmisti ahizeye.
Cok yorucu bir gundu... Ozellikle cok yorgun oldugu gunlerde
Cengiz’in uykusu o kadar derin olurdu ki kimse uyandiramazdi.Cengiz’in
yataginin karsisindaki camekanli dolabin icersindeki cam tabak bir one bir
arkaya vuruyor, gelen sesler kirilmak uzere oldugunun sinyallerini
veriyordu. Gozlerini acabilse kalkip kurtaracak, ama ne mumkun? Uykusunda
sorularla bogusmaya devam ediyordu.
“Acaba catladi mi? Yoksa dusup kirildi mi? Artik sesi cikmiyor.” Deprem sona
erdigine gore “depremin kesemedigi” uykusunu artik gonul rahatligi ile
surdurebilirdi. Nasil olsa artik tabagi dusunmesinede gerek kalmamisti.
“Kirildiysa kirildi, yenisini aliriz” dedi uykusunda.
Saat 03:15
“Gecenin bu saatinde de telefon edilir mi?” Cengiz’in annesi
Bayramoglu’ndaki yazliktan ariyordu, baska biri olsaydi fena paylardi.
- Deprem oldu....
- Anne, simdi cok uykum var, sabah konusuruz.
Ve telefonu kapatiyor.
“Su evin haline bak, her yer darmadaginik. Bu dolabi da kim devirdi, yoksa
aksam ickiyi biraz fazla mi kacirdim, kim sondurdu gece lambasini, sakin
sigortayi falan kapatip eve hirsiz girmis olmasin, elektriklerde kesik...
Biraz uyuyayim, sabah butun sorularin yanitini bulacagim. Gecenin bu
saatinde bu trafikte ne boyle? Kose basinda bir grup toplanmis hararetli
hararetli konusuyor, bir termos cay gondereyim, yok oldu olacak bir de
mangal kurun. Sizin eviniz yok mu? Yatin uyuyun! Sessizlik istiyorum ben,
uff anladik bu gece bana uyku haram simdi de hoparlorle anons yapan bir
polis arabasi”
Cengiz evde aklindan bu dusunceleri gecirirken disarda, korfezde 6
– 7 siddetinde bir deprem oldugu, endise edilecek bir durum olmadigini,
elektriklerin bu nedenle kesildigi duyuruluyordu.
“Demek eve hirsiz girmemis, simdi neden gece lambasinin yanmadigi anlasildi.
Bak, endise edilecek bir durum da yokmus, hadi evinize gidinde biraz
uyuyalim, yarin sabah erkenden ise gitmem gerekiyor. Kapi caliyor, bir bu
eksikti. Bu uykuyla devrilen dolabin uzerinden atlayip oraya kadar nasil
gidecegim? “Bu bir bant kaydi, su an evde degiliz, notunuzu kapinin altindan
atin size en kisa surede donecegiz” diye bagirsam giderler mi? Bak, hala
zili caliyor. Karsimda bir polis. Eve hirsiz girdigini biliyordum zaten,
gece lambami o sondurdu degil mi? Yoksa hoparlorle yapilan o anonsta mi
uydurmaydi.” Cengiz’in gozleri hala kapali oldugu halde polis konusmaya
basliyor.
- Depremden sonra butun apartman disari cikti, bir tek siz kalmissiniz.
Yalniz oldugunuz icin komsulariniz sizi merak etmis ve apartmana girmeye
korktuklari icin yukari beni gonderdiler, ne zaman cikacaksiniz?
“Gecenin bu saatinde disari cikmak mi? Ben hala uyuyamadim ki... Apartmana
girmeye korktuklarina gore su dolap devrilirken epey ses cikarmis olmali,
ortaligi biraz toparlayayim, telefonu kapattigim icin annem kizmis olabilir
sabah beni fircalamaya gelirse evi bu halde gormesin, cinleri iyice tepesine
cikar. Hazir uykum kacmisken onu arayip gonlunu alayim. Elektriklerin
kesilmesini bir derece anladim da telefonlar neden kesik? “telefonlar kesik”
bu sozu ilk kez kullanmis olmaliyim. Belki de telefonlar calismiyor
demeliydim, su degil ki bu kesilsin. Aaaa, telefon caliyor...” Iki gundur
aramasi icin can attigi ses karsisinda.
- Seni cok merak ettim, hala evde ne isin var? Cabuk buraya gel, biz Suadiye
sahilindeyiz, yanimda fazla uyku tulumu da var.
“Bu iste bir yanlislik olmali, benim bildigim kadariyla normal insanlar
geceleri evde olur ve uyur. Neden herkes benim evde olmama takti”. Bu durum
Cengiz’in o an hic umurumda degildi. Onemli olan bekledigi telefonun gelmesi
ve onu bir kez daha gorebilecek olmasiydi. Hemen giyinmeli, hic vakit
kaybetmemeliydi. Yolda giderken dinledigi radyodaki ilk haberlerle durumun
ciddiyetine kavrayan Cengiz kulaklarina inanamadi. Gunesin ilk isiklari ile
birlikte kalkan helikopterle deprem bolgesine ucarken uc yildir sirketce
afet hazirliklarini surduruyor olmalarina ve bu depremin eninde sonunda
olacagini biliyor olmasina karsin saskinlik icersindeydi. California
Sismoloji Enstitusu'nun yapmis oldugu arastirma sonuclari Tubitak kanaliyla
Bilim Teknik ve Bogazici Universitesi Kandilli Rasathanesi kanaliyla
internette yayinlanmis ve 1998'de deprem yonetmeligi degistirilmisti. Soz
konusu arastirmaya gore Saroz - Bolu arasindaki fay hattinda enerji
yogunlugu vardi ve buyuklugu 6.5'un uzerinde bir deprem bekleniyordu. Ve bu
kacinilmaz felaket gerceklesmisti.
Iki insani birbirine yaklastiran iki an vardir: paylasim ve destek
bu anlara konulan basliktir. Okul yillarinda ayni siralari paylasirken
tanistiginiz kisilerle farkinda bile olmadan iki yakin dost oluverirsiniz.
Askerlik gunleri paylasim ve destege verilebilecek en guzel ornektir. Iste o
nedenle sadece askerlik gunlerinde cok kisa surede cok guclu iliskiler
kurulabilir.
Felaket anlari paylasim ve destegi beraberinde getirir. Belki de hicbir
zaman gerceklesmeyecek bir telefon gorusmesi boylesi bir anda gerceklesmis,
belkide sonup gidecek bir kivilcim ateslenmisti.
O gecenin ardindan telefonlar birbirini izlemis, bulusmalari
siklasmisti. Nereden buldugunu bilmedigi bir cesaretle ilk kez ellerini
tuttugunda Pelin’in atese degmiscesine ellerini cekecegini ve tokati
basacagini ummustu. Demek ki ondan cok korkuyordu. Ama, ellerini cekmedi,
once suzdu sonra gozlerinin icine bakarak Cengiz’i adeta icti, zihnindeki
dusuncelerin havuzunda yikandi. Usulca yanasirken kollari boynunda,
dudaklari dudaklarindaydi. Cengiz o gune kadar her zaman hakim olmustu,
opusme anlarina. Bu defa olamadi, kontrolu eline alan Pelin, Cengiz’e
“kendini bana birak” dediginde vucudu zaten heyecandan titriyor, basi
donuyordu.
Yorucu bir gunun ardindan ilk kez Cengiz’in evine gittiklerinde
Pelin’in rahatligina sasirmamak mumkun degildi. Guzel bir kokteyl hazirlayan
Cengiz iki elinde birer bardakla dondugunde Pelin televizyonun karsisina
kurulmustu bile.
- Biliyor musun, ben hic televizyon seyretmem
- O nedenle mi evinde uc televizyon var?
Kasla goz arasinda butun evi coktan gezdigi belliydi. Saatin iyice
ilerlemis olmasina ragmen Pelin’in kuruyemis istemesi uzerine disari cikan
Cengiz eve dondugunde Pelin’i, kucuk bir kedi kanepeye kivrilip coktan
uykuya dalmis halde buldu. Kiyamadi uyandirmaya ve guzelligini seyretmeye,
dakikalarca oturdu yaninda onu uyurken seyretmek icin, yanagindan usulcacik
operken uyanmadi, yuzune tatli bir gulumseme yayildi. Kucaklayiverdi,
uyuyakalan bir cocugu yatagina gotururcesine. Uzerini orterken ikinci bir
opucuk kondurdu, alnina. Sabah uyandiginda Pelin yoktu. Esyalarini birakip,
bilmedigi bir sehirdeki bilmedigi bir evden kacip gitmisti. Cengiz meraktan
cilgina dondugunde Pelin beliverdi kapida, elinde bir buket papatya ile.
- Vazo bos kalmisti, sunlari suya koyalim ki evin canlansin.
Pelin kahvalti boyunca konusup durmustu, Cengizse sadece yuzundeki
mimikleri, sesinin tonundaki degisimi izliyordu.
Cengiz’in kollarinda sakinlesen bedeni, dikkatli yuruyusu, icten bakislari,
masumiyeti, herseye kolayca inanisi, konusurken ona dogru egilisi; kisacasi
her yonuyle sevmisti Pelin’i. Onun tabiriyle, onun icin unutulmaz bir dogum
gunu surprizi olmustu, masallari andiran asklari.
Yazin sonlarina dogru bir gun
- Bakislarin o kadar sevgi dolu ki, korkuyorum, dedi Pelin.
Pelin’le gecirdigi her anin sonsuza dek surmesini dilegen Cengiz’in sanki
dusuncelerinin aynasiydi bu sozler. Ve korktugu basina geldi
- Affetmeyeceksin, biliyorum ama sonu yok bu sevdanin, ayri dunyalarin, zit
kutuplarin insaniyiz dedi ve kapatti telefonu, Pelin.
Hersey bu kadar hizli olmamali, hayat bu kadar acimasiz olamazdi.
Bir gece yarisi ansizin gelen bu telefonla kamyon carpmisa donen Cengiz, o
kisacik telefonun sonunda adeta diri diri yerin en derin, en karanlik, en
nemli kosesine gomulmustu.
Iki gun sonra isten eve donerken torpido gozundeki kasete uzanan
eli Pelin icin aldigi yilbasi hediyesine takildi, karsisina cikan Ankara
tabelasinin ardindan kendini otobanda buldu. Ilk bulusmalari geldi aklina,
bir kez daha gorebilmek, sesini bir kez olsun yeniden duyabilmek icin
nasilda yanip tutusuyordu. Su an ki duygulari da ayni degil miydi? Ne Cengiz
bir baska kisiyi gormeyi bu kadar cok arzulayabilir, ne de bir baskasi
Pelin’i bu kadar cok sevebilirdi. Ankara’ya geldiginde evlerinin
karsisindaki benzincinin onune park etti, homurdanarak yanina gelen
benzincinin eline bir on milyon tutusturup Pelin bir kez daha gorebilmek
icin umutsuzca beklemeye basladi. Daha bir kac hafta once ayni noktada cok
daha farkli dusuncelerle durdugunu hatirladi. Arjantin caddesi ve Ankara’nin
renksiz Cumartesi gecelerine, anlam vererek renk katan tek yasam kaynagindan
yoksun olunca bu sehir onu adeta boguyordu. Su an onunde durdugu simsiki
kapali perdelerin arkasinda oldugu yegane an aklina geldi, nereden
bilebilirdi bir daha tekrarlanamayacagini? Bilgisayarin basinda, desk
top’taki bozuk linkleri onarmaya calisirken “buraya bilgisayar basinda
oturmaya mi geldiniz” sozlerinin ardindan Cengiz’i, gozluklerinin kirilmasi
pahasina yataga adeta firlatan Pelin’e ne olmustu? Kizsa, bagirsa-cagirsa,
hatta kufredip dovmeye kalksa, sorun ne olursa olsun asacaklarina emindi.
“Anla artik bu sevdanin sonu yok” ile nedensiz bir sekilde biten bir
iliskinin ardindan diz cokup yalvarmaya gelmisken bir turlu kendinde gerekli
cesareti bulamiyordu. Birden bire arabanin onunde beliren kizla akli
basindan gitti, biricik sevgilisini ne kadar cok ozledigini hissettiginde
karsisindakinin Pelin olmadigini farketti. Ayrildiklarindan beri gittigi her
yerde ondan bir ani, gordugu her kadinda onu animsatacak bir yon buluyor;
birlikte gittikleri yerlere sirf onun kokusunu bir kez daha duyabilmek
umidiyle gidiyordu. Yaklasik 2 saattir arabanin icinde oturuyordu ki acilan
perdelerin ardindan Pelin bir manolya gibi belirdi. Manolyalarin guzelligine
ve kokusuna doyum olmaz ama onlara asla dokunamazsiniz cunku dokunusunuzla
birlikte kararan yapraklar hemencecik oluverirler. Uzaktan son bir kez olsun
gorebilmisti askini, manolyasini. O cesaretle telefona sarildi ve yilbasi
hediyesini verebilecegini dusundu.
- Evine don! ve yuzune kapanan telefon.
Basindan asagi kaynarsular dokulmustu. “Ayrilik olumden bile beter”
derlerdi de inanmazdi. Yasarken onu yasayamamak, onsuzluga alismak; boyle
bir sey mumkun olabilir miydi? Bir sure sonra kapida bir araba belirdi. Kisa
boylu, gobekli saci kel celimsiz bir tip zile yoneldi ve ikinci kez camda
beliren Pelin nese icinde el salladi. Icinden bir seyler koptu, arabadan
cikti ve haykirmak istedi ama sadece bakakaldi. Onu farketmediler bile, oysa
ne kadar da yakinlarindaydi. Vucudu sarsilmaya basladi, agliyordu ama neden?
Deger miydi? O gun sabaha kadar yazdi 3, 5 , 10... sayisinin bile farkinda
olmadigi sayfalarca kagit ve iliskileri uzerine onlarca soz. Bir zarfin
icine koydu ve cicekciye birakti, bir buketle birlikte goturmesi icin. Artik
tek umudi hic olmazsa dost kalabilmekti. Olamadi.
- Beni rahat birak, dedi telefondaki ses.
Her sabah bos bir evde uyanmak; yalnizliga yasam kadar alismisken,
duvarlarda yankilanan Pelin’in sesleri ve evin cesitli noktalarinda
unuttugu, birbir karsisina cikan esyalarin anilariyla icice yasamak ne
zordur, bilir misiniz?
Icinizde hapsolmus sozler ve yanitsiz sorularla kendinizi
patlayacak gibi hissettiginiz oldu mu? Artik yanit bile alamiyordu
gonderdigi mektuplara. Hayatinin bir kosesindeki bu garip yaranin acisi ile
yasamaya alisigi gunlerden birinde, dogum gununde bir buket cicekle
karsilasti evinin kapisinda. “Erkek adama cicek yollanir mi? Kim bu
munasebetsiz” diye gecirdi icinden. Oylece firlatip atti evin bir kosesine.
Ertesi gun cicekler solmaya baslamisti, oylece savurdugu buketi eline
aldiginda kucuk bir zarfla karsilasti. Ondan gelmisti. Aylarca suren
sessizlik, yanit bile verilmeyen mektuplarin ardindan. Bogazi dugumlendi,
gozleri karardi, masaya tutunarak guclukle oturdu sandalyeye, yere dusmemek
icin. Kizdi, sevindi, tarifsiz duygular denizinde yuzdu, cikti, kurulandi
yeniden daldi hemde en derinlere. Bir sise sarabi bitirmisti cicek, zarf ve
gozunden dokulen yaslarla. Ickininde etkisiyle telefona sarildi. Karsisina
bir erkek sesi cikti, o gun arabada beklerken karsilastiklari adam olabilir
miydi? Kendini toparladi ve
- Pelin’le gorusebilir miyim?
- Kiminle gorusuyorum?
- Ben Cengiz, eski bir arkadasiyim, onunla mutlaka konusmam gereken cok
onemli bir konu var lutfen telefona cagirabilir misiniz?
Pelin telefona gelmedi. Telefondaki sesin anlattiklarini dinlemeden
kapatti. Yanitsiz kalan mektuplar gibi yanitsiz, karsiliksiz bir telefon
gorusmesi... Bu dusunceler icersindeyken telefon caldi. Karsisindaki ses,
evde bulamadiklari icin kapiya bir buket cicek biraktiklarini, kendisine
ulasip ulasmadigi soruyordu. Telefonu kapatmak uzereyken, karsisindaki ses
bunun “bir bayanin hayattaki son istegi” oldugunu soylediginde durdu, ne
soylemek istedigini anlamaya calisti. Sarabin etkisiyle zihni cok bulanikti.
Yuzune bile dogru durust bakmadigi cicegin uzerindeki dogum gunu zarfini
acti, icinde bir mektup vardi.
“Askim,
Seninle birlikte oldugum ve her aninin dolu dolu gecmesini
sagladigin o guzel gunler, etrafina sactigin mutluluk ve sevgi dolu kalbine
beni kabul ettigin icin sana minnettarim.
Seninle yasadigim her gun aynada gordugum “ben”i sevdim, senin
yaninda, kollarinin sicakliginda huzur ve guven buldum.
Seninle tanistigimda bu mechul hastaligin pencesinde
oldugumdan habersizdim. Yoksa ne sana ne de kendime bu izdirabi yasatmazdim.
Doktorlarin “uc ay omrun kaldi” dedigi gun senden ayrilirken icimde kopan
firtinalari, sensiz gecen her gunde sana karsi artan ozlemin verdigi acinin
benim icin ne kadar buyuk oldugunu bilemezsin. O gece evin onune parkettigin
arabanin icersinde gorduklerin benden umidini kesmen icin duzenledigim bir
tezgahti. Seni asla aldatmadim. Beni, kollarinin arasinda eriyip giderken
gormene gonlum razi olmadi ve bana karsi butun sevgini yitirmen icin bunu
yaptim. Boylece yoklugumun verdigi aciya icinde kaybolan sevgiyle daha kolay
alisacagini umdum, yanilmisim. Senden gelen her haberle bana olan sevginin
devam ettigini ve yaptiklarimdan dolayi benim hakkimdaki bir takim sozler
soyledigini isittim. Senin gozunde her zaman dunyalar guzeli bir prenses
olarak kalabilmek icin seni arayamadim, beni hasta halimde gormeni
istemedim. Aslinda sana bunlari hicbir zaman anlatmayacaktim ama planim
gerceklesmemis ve beni unutmani saglayamamistim, o nedenle benden kalan
olumsuz hatiralarin nedenini aciklamak istedim.
Akip giden yasam icersinde karsina cikacak olan firsatlara kapini
kapatma, bana yasattigin gunleri baskalarindan esirgeyecek kadar bencil
olamazsin.
Sevdalin
Pelin”
Goz yaslari icersinde yeniden ahizeye sarilan Cengiz, Pelin’in
numarasini bir kez daha cevirdi ve ayni sesle yeniden karsilasti. Pelin
hayata gozlerini iki saat once kapamis, vaktinde yetisen cicekler Cengiz’in
sesini son bir kez olsun duyabilme arzusunu yerine getirememisti.
Alper Tan |